Geçtiğimiz yaz, kızımız 2 yaşında iken, Kurban Bayramı tatili öncesi 2 haftayı yaz tatiline ayırdık, sanırım 6-7 Eylül gibiydi. Sadece, ilk durağımızın Çıralı/Antalya (Olimpos) olduğundan emindik, kaç gün kalacağız, nerede kalacağız, sonraki duraklar neresi olacak düşünmedik.
Sabaha karşı İstanbul'dan yola çıktık, kahvaltıyı Afyon'a denkgetirdik, 1 saatlik moladan sonra yola devam edip, öğleden sonra erken saatlerde Çıralı'ya vardık.
Çıralı
Aslında bir önceki sene Çıralı'ya 2 günlüğüne gelmiştik ve çook keyif aldığımız için tekrar burayı tercih ettik. Yani gitmeden biraz fikrimiz vardı. Tek hatamız otel için önceden rezervasyon yaptırmamak oldu sanırım. Çünkü, bir önceki gittiğimizde farklı tarzda oteller ve pansiyonlar olduğunu biliyorduk ama isimlerini hatırlamadığımız için, gidince görerek karar veririz dedik. Ancak çoğunda yer olmadığını, bazılarının da 'yoğun talep' nedeni ile fiyatlarını epey bir arttırdığını gördük.
Çocuk öncelikli olduğumuz için basit, naif birkaç aradığımız özellik vardır aslında: bahçesi olsun, mümkünse kedi, köpek, tavuk vs. dolaşsın, odamız düz ayak bahçeye açılsın , çocuk için esnek yemek tercihlerimize cevap versin ve sahile nispeten yakın olsun.
Açık olmak gerekirse, içimizde kalan kesinlikle bungolov tarzı tesisler oldu ama dediğim gibi çoğu doluydu ve onlar sahile birazcık daha mesafeli. (Bu sene tekrar gitmeyi planlıyoruz ve kesinlikle onları tercih edeceğiz.)
Biz de kriterlerimize uygun olarak :) iki yer gezdik ve Alican Pansiyon'da karar kıldık. Küçük bir bahçesi, kamelya, hamak vs var. Fiyat olarak oldukça uygun fiyatlıydı. Odalar standart ölçüde, ikiz yatak + tek kişilik yatakları var. Bunlar dışında bir de bebek yatağı koymaya yer yoktu mesela. Banyo-wc idare eder seviyede, öyle aman aman titizlik görmedik açıkçası. Zaten aile işletiyor, evin annesi her türlü işle kendisi ilgileniyordu. Kahvaltı yine standart düzeyde, akşam yemeği dahil değildi ancak her akşam ızgara yapıyorlar ve sabahtan ne pişeceği belli oluyor ve isteyenlere de servis ediyorlar. Biz bir akşam balık yedik ve gayet güzeldi ayrıca da dışarıdaki restoranlardan çok daha uygun fiyata geldi. Tek gariplikle karşılaştık o da gece yarısı herkes yattıktan sonra pansiyonun elektrik şalterini kapatıyorlardı :) Hava bunaltıcı derecede sıcak ve nemli olduğu için biz bile klima açık yattık, herkes gibi. Böyle olunca, işletmecisi çareyi böyle bulmuş. Gecenin yarısı kesip, sabaha karşı açıyorlar :)
Çıralı'da 3 gece kaldık. Kahvaltıdan sonra sahile gidip, tüm günü orada geçirip akşam duş almaya otel döndük hep. Sahili çocuk için ideal. Restoranlar ile plaj arasında toprak bir yol var, fazla araba geçmiyor, geçse de çok yavaş ve dikkatliler. Biz tüm eşyalarımızı Karakuş Restorant'a koyup, onların plajında vakit geçirdik. Yol boyunca tüm restoranlarda sistem aynı. Oturduğumuz masadan plaj ve şezlonglar görünüyor, servis veriyorlar. Eşim genelde bilgisayarıyla olması gerektiği için restorana herşeyi masada açık şekilde bırakıp, rahatça plaja yanımıza gelip gidiyordu. Kızım da rahatça plaj-restoran arasında kendi başına gidip geldi.
Çıralı plajı çok geniş, deniz ile şezlonglar arası epey mesafeli, kaplumbağaların yoluymuş orası :) biz göremedik maalesef. Şezlongların altı ince kum ama denize doğru irili ufaklı çakıl taşları var. Denizin için de çakıllı. Ben alışkın olduğum için rahatsız olmadım ama plastik deniz ayakkabıları burası için ideal. Deniz zaten malum, cam gibi, tertemiz, dupduru. Hemen derinleşmiyor, korkutucu değil yani. Biz çocukla birlikte çok keyifli vakit geçirdik denizde, zaten 0 dalga, sakin sakin oynadı.
O zamanda Deren 1,5-2 saat kadar öğle uykusu uyuyordu, akşam da en geç 21 gibi yatardı. Öğle uykusu saatinde, zaten güneş eritmeye başladığı için restorana sığınıp, mayıştık biz de. Deren de ya bebek arabasında ya da hamaklarda uyudu. Terleme dışında hiç sıkıntı yaşamadık. Zaten arabasında, orda burda uyumaya alışkın, bize zorluk çıkartmadı. Kalkınca da yemeğini yiyip yine sahile koşturduk.
2. gün Olimpos tarafına yürüyüş yaptık. Sahilden 15-20 dk.da yürünebiliyor ama deniz ayakkabısı şart, yoksa terlikler heba olur. Biz Olimpos sahilinde oturup vakit geçirdik. Önceki yıl geldiğimizde içeriye doğru yürüyüp ören yerini gezmiştik, o yüzden tekrar gitmedik o bölgeye.
Akşamüzeri bisiklet kiralayıp tur atmak çok keyifli. Biz kızımla bol bol bisiklete bindik :)
Akşamları ise fazla seçenek yok :) ya otelinizde kalıp dinleneceksiniz, ya sahildeki restoranlarda yemek yiyeceksiniz ya da minicik caddesinde bir cafede vakit geçirip, dükkanlara bakınacaksınız. 3 gecede hepsini yaptık. Deren'i yemek sonrası arabasına koyup uyuttuk (sağolsun Çıralı yolları çakıllı çukullu olduğu için o sallanmaya hemen uyudu zaten :) Sahildeki restoranlar genel olarak aynı konseptte, balık ağırlıklı, et, ızgara, pizza vs. Biz yine Karakuş'ta yedik bir gece, diğer gece oteldeydik, son gece de caddedeki Simge Cafe'de pizza yedik öneri üzerine. Odun ateşinde ve güzel soslarla incecik pişinde pizza zaten lezzetli oluyor. Bizde bir 'wwooow' etkisi yaratmadı ama gayet lezzetliydi. Cadde üzerinde çay bahçesi, hediyelik eşya, market vs. herşey var, bayağı da hareketliydi.
Biraz basık bir yer olduğu için pek esmiyor. Eğer alerjik bir çocuğunuz varsa sinek ve diğer haşereler için önem almak gerekebilir. Sonuçta her yer ağaç, bahçe, yeşillik...
Biraz basık bir yer olduğu için pek esmiyor. Eğer alerjik bir çocuğunuz varsa sinek ve diğer haşereler için önem almak gerekebilir. Sonuçta her yer ağaç, bahçe, yeşillik...
3 geceden sonra Kaş'a gitmeye karar verdik. Yolda Kaş-Kalkan ikilisinde neler yapılmalı, nereler gezilmeli diye araştırırken olmazsa olmazın Kekova tekne turu olduğunu anladık. Genellikle Kaş'tan kalkan günübirlik tekne turları varmış. Yaklaşık 1,5-2 saatlik tekne yolculuğundan sonra Kekova'ya varıp, koylarda demir atıp, akşamüzeri geri dönülüyormuş. Deren'le daha önce tekne deneyimimiz olmadı bu nedenle koca günü nasıl geçiririz pek gözümüz yemedi...
Kekova
O yüzden Kaş'a gitmeden yolüzerinde olan Kekova'ya uğramaya karar verdik. Buradaki tekneler Üçağız köyünden kalkıyormuş. Yol zaten bizi doğruca limana götürdü. Arabayı park edip, nerede ne var diye etrafa bakınırken teknelerden bir görevli yanımıza gelip tura katılmayı istermiyiz diye sordu. Bir çift bekliyormuş, onlarla birlikte 5 kişi olup küçücük balıkçı motoru gibi tekneyle adayı dolaşmaya başladık. Bizi gezdiren tekne sahibi o köydenmiş, bize epey bölgeyi anlattı.
Kaleköy'deki manzara muhteşem... Kekova adasına yaklaşınca teknenin altını açıp camekandan suyun dibine baktık, gerçekten çok güzeldi. Deniz zaten turkuaz, berrak... Kıyıdaki koyları dolaştık. Adını hatırladıklarım Batıkşehir ve Eski Liman... Birinde demir atıp güzelce yüzdük. Hatta biz gittiğimizde bir sandalda gözleme yapan teyzelerden başka kimse yoktu. Küçük kayıkla da diğer teknelere servis yapıyor, çok şirindi...
Daha sonra da Üçağız köyüne döndük. Toplam 2-2,5 saat sürdü ve Deren çok eğlendi. Çünkü hem teknede 5 kişiydik, kalabalıktan bunalmadı hem de gittiğimiz yerler en fazla 15-20 dk. sürdü. Yani Kaş'tan tekneye binip, 2 saat yolculukla geri gelmek gerçekten mantıksızmış. Eğer Demre üzerinden Kaş'a gidecekseniz bu şekilde Kekova'yı görmek mümkün.
Kaş
Kaş'a geldiğimizde akşamüstü 7 civarıydı ve tabiki kalacak yerimiz belli olmadığı için en meydandaki bir çay bahçesine oturup, booking.com gibi sitelerden otel bakmaya başladık. Şöyle yaptık, siteden otelin fotoğraflarına ve yerine bakıp telefonla müsait olup olmadığını sorduk ve fiyat aldık. Genelde bookingden daha ucuz fiyat verdiler. Ama biz bir arkadaşın tavsiye ettiği Kekova Otel'de kaldık.
Aslında merkezin göbeğinde çok fazla otel seçeneği olduğunu ilk gece öğrendik. Bizim otel, otogarın karşı sokağında, merkezden bir 10 dk (tatlı yokuş) yürüme mesafesindeydi :)
Kaş'ta 3 gece kaldık. Bir gün Limanağzı'na, diğer gün de Hidayeti'in Koyu'na gittik. Turistik açıdan nasıl yerler olduğu birçok sitede yazıyor. Ben çocukla olan kısmını anlatayım.
Limanağzı'na sadece tekneler gidiyor, yol uzun değil. Denizi çok temiz, dupduru ama plaj ve sahil kavramları yok :) Kaş'ın genelinde yok. Biz erken gittiğimiz için verandalı ağaçaltı bir yer bulduk, şezlong yerine minderler vardı, yerler çakıl taşı olduğu için biraz yüksekte düz alanda olmak daha güvenli geldi bize. Burada tüm gün geçirdik, Minderlerde Deren'i uyuttuk, garsonlar yemek dahi getiriyorlar sahile. Gayet rahat ettik.
Hidayet'in Koyu geçtiğimiz yıl yenilenip, işletme kurulmuş. Yorumları okuyarak gittik, hemen hepsi de eski halinin daha iyi olduğunu yazmıştı. Bize de biraz fazlaca ticari geldi. Yine denize bir kulaç açıklıktan giriliyor ama biraz ilerleyince turkuaz mavi, tertemiz bir su var. Doğal yanı süper ama tesis beton yığını olmuş. İstif şeklinde, betonun üzerine şezlongları dizmişler ve aşırı fazla ücret alıyorlar. Biraz arkada ise ağaçaltında çimlerin üzerine de serilebiliniyor ama onlar bedava :) Çocuk için çim üzeri daha rahat, diğer taraf beton çünkü, kayıp düşme ve sıcaktan yanma tehlikesi var. Tesisteki servisler ise yine aşırı pahalı. Açıkçası biz Deren'le pek rahat edemedik, denizi dışında beklentimizi karşılamadı.
Akşamları ise Kaş merkezde sürekli gezdik. Aşırı keyifli bir havası var, dükkanlar, cafeler, incikçiler boncukçular... ki bizim böyle küçük yazlık yerlerde en çok hoşumuza giden şeyler dondurmacılar, incikçiler, boncukçular ve çay bahçeleri :) Hepsinin tadını baya baya çıkardık. Başta Deren'i yürüttük, kedi-köpek peşinde koştura koştura yoruluyordu, sonra mis gibi meyveli dondurmasını eline verip arabasına oturttuk ve gezerken uyudu. Biz de rahatça kahvemizi içip dolaştık. Genelde düz ama Küçükçakıl tarafında biraz yokuş var, puset ile azıcık yoruyor, 3 günde arabayı sadece Hidayete giderken kullandık, kalanında hep yürüdük.
Kaputaş
Sabah erken kahvaltı sonrası yola çıktık. Yine yolda karar veririz diyerek. AMMA şunu söylemezsem olmaz, o bölgede yollarda cepten internet yok denecek kadar az, ona güvenip yola çıkmak doğru olmaz, biz rotamızı bile zor yapabildik. Kaş'tan çıkınca 20-25 dk sonra Kaputaş Plajının muhteşem rengini görüyorsunuz ve durmadan, o sarı kumlara basmadan geçemeyeceğinizi hissediyorsunuz.
Buraya erken saatte gelmek önemli çünkü yol üzerinde araba park edecek yerler sınırlı, geç kalınırsa yol boyunca yürümek zorundasınız -ki zaten o merdivenleri inerken yeterince güneşe mazur kalınıyor.
Merdivenlerin tepesinden manzara muh-te-şem. Bizim şansımıza aşırı rüzgarlı bir hava vardı, ne denizin tadını çıkarabildik, ne de güneşin. Çünkü Deren kuma basamıyor. Parmağının ucuna kum değse çığlık-kıyamet... Dalgalardan korkup denize de sokamadık. 1-2 saat vakit geçirip yola devam ettik.
Aslında Patara'ya uğramak da aklımızdaydı ancak Deren'in Kaputaş'taki halinden sonra cesaret edemedik. Bildiğim kadarıyla Patara'da şemsiye-şezlong vs. de yoktu. O nedenle burayı mecburen es geçtik. Ama kumla oynamayı seven çocuklarınız varsa harika geçer.
Saklıkent
Biz de taşlara atalım kendimizi dedik ve Saklıkent'e gittik. Yine Yandexin azizliğine uğrayıp uzun köy yolundan gitmek zorunda kaldık.
Girişteki tesislerden birinde ücretsiz lastik ayakkabı giydik. Bu adım Saklıkent'in olmazsa olmazı. Ben 10 yaşında gelmiştim buraya ve akan suyu geçmenin ne kadar zor olduğunu hatırlıyordum. Hala soğukluğundan birşey kaybetmemiş :) Zor olan kısım burayı geçmek. Minicik bir sırt çantasına önemli eşyalarımızı koyduk, eşim kızı kucakladı ve karşılıklı bağladıkları halata tutunarak geçtik. Ama donduk. Ben kalçama kadar ıslandım, o kadar diyeyim.
Geçince biraz kendimizi toparlayıp doğanın tadını çıkardık. Ilık sularda Deren çok eğlendi, hafif çamurumsu yerlerde tiksinti geldi ama dönüş yolunda ona da alışmıştı.
Dönerken yine nefesimizi tutarak, aynı şekilde karşıya geçtik. Biraz kayalıklarda oturup kendimize geldikten sonra ayakkabıları aldığımız dere kenarındaki tesiste yayıldık. Burası tam bir cennet. Mis.
Ölüdeniz
Saklıkent'ten çıkarken hava neredeyse kararmak üzereydi. Fethiye'de kalırız diyorduk ama buranın pek turistik bir yer olmadığını gidince anladık. Ölüdeniz'de bir otel ayarlayıp oraya gittik.
Gecesinde biraz gezelim dedik ve Ölüdeniz eğlence hayatı tam 90'lar... İngiliz ve Almanlar çoğunlukta, eğlence hayatı da onlara göre şekillenmiş, bizim çok garibimize gitti :)
Gündüz ise anlatmaya gerek yok, mis gibi deniz ve plaj. Burada Deren kuma alıştı, çünkü su o kadar sığ ki o bileklerine gelen suda oynamaya bayıldı. Onun şerefine tüm gün o plajda kaldık :)
Burada 3 gece kaldık, deniz keyfinden sonra yola çıktık.
Akyaka
Son 1-2 yılın yeni gözdesi Akyaka :) Ben Aydın'lıyım, bizim kuzenler yazın neredeyse her haftasonu buradalar. 2 saat sürüyor Aydın'dan, ne büyük bir nimet değil mi?
İlk önce meşhur Azmak'ı gördük, dere kıyısında yemek yiyip, otel aramaya başladık. Şansımıza tam merkezde bir yer denk geldi ve odamızın bahçeye açılan kapısı vardı. Blok ve site hayatının aslında ne kadar yorucu olduğunu bu otelde anladım. 3 adımda sokağa çıkıp, 50 metre çapında aradığım her şeyi bulabilmek çok büyük bir lüksmüş meğer.
Akyaka'nın uzunca bir halk plajı var ama aşırı kalabalık oluyor. Deniz ise klasik Ege stili, sığ ve kum. Sahilden bakınca denizin üstünde yürüyen insanlar görebilirsiniz, git git derinleşmeyen bir suyu var.
Biz ikinci gün yaklaşık 20 dk. uzaklıktaki bir koya gitmeyi tercih ettik. Ağaçların altında piknik masalarının olduğu çok rahat bir tesismiş. İsmini bulursam yazarım buraya.
Akyaka gerçekten çok huzurlu bir yer. Tatilin başında fazla hareketli olduğumuz için burada yorulduk sanırım, daha sakin geçirdik 3 günü.
Genel olarak Deren için yiyecek bir şeyler hep bulabildik, evdeki düzene tabi ki uyulmuyor ancak biraz rahat olmak lazım. Yedi-yemedi, uykusu 1-2 saat gecikti diye dert edinmek tatili zehir eder. Çünkü zaten çevreden çok fazla uyaran alan bir ortamda, üstüne biz de gerilirsek iyice sarpa sarabilirdi.
Aslında merkezin göbeğinde çok fazla otel seçeneği olduğunu ilk gece öğrendik. Bizim otel, otogarın karşı sokağında, merkezden bir 10 dk (tatlı yokuş) yürüme mesafesindeydi :)
Kaş'ta 3 gece kaldık. Bir gün Limanağzı'na, diğer gün de Hidayeti'in Koyu'na gittik. Turistik açıdan nasıl yerler olduğu birçok sitede yazıyor. Ben çocukla olan kısmını anlatayım.
Limanağzı'na sadece tekneler gidiyor, yol uzun değil. Denizi çok temiz, dupduru ama plaj ve sahil kavramları yok :) Kaş'ın genelinde yok. Biz erken gittiğimiz için verandalı ağaçaltı bir yer bulduk, şezlong yerine minderler vardı, yerler çakıl taşı olduğu için biraz yüksekte düz alanda olmak daha güvenli geldi bize. Burada tüm gün geçirdik, Minderlerde Deren'i uyuttuk, garsonlar yemek dahi getiriyorlar sahile. Gayet rahat ettik.
Hidayet'in Koyu geçtiğimiz yıl yenilenip, işletme kurulmuş. Yorumları okuyarak gittik, hemen hepsi de eski halinin daha iyi olduğunu yazmıştı. Bize de biraz fazlaca ticari geldi. Yine denize bir kulaç açıklıktan giriliyor ama biraz ilerleyince turkuaz mavi, tertemiz bir su var. Doğal yanı süper ama tesis beton yığını olmuş. İstif şeklinde, betonun üzerine şezlongları dizmişler ve aşırı fazla ücret alıyorlar. Biraz arkada ise ağaçaltında çimlerin üzerine de serilebiliniyor ama onlar bedava :) Çocuk için çim üzeri daha rahat, diğer taraf beton çünkü, kayıp düşme ve sıcaktan yanma tehlikesi var. Tesisteki servisler ise yine aşırı pahalı. Açıkçası biz Deren'le pek rahat edemedik, denizi dışında beklentimizi karşılamadı.
Akşamları ise Kaş merkezde sürekli gezdik. Aşırı keyifli bir havası var, dükkanlar, cafeler, incikçiler boncukçular... ki bizim böyle küçük yazlık yerlerde en çok hoşumuza giden şeyler dondurmacılar, incikçiler, boncukçular ve çay bahçeleri :) Hepsinin tadını baya baya çıkardık. Başta Deren'i yürüttük, kedi-köpek peşinde koştura koştura yoruluyordu, sonra mis gibi meyveli dondurmasını eline verip arabasına oturttuk ve gezerken uyudu. Biz de rahatça kahvemizi içip dolaştık. Genelde düz ama Küçükçakıl tarafında biraz yokuş var, puset ile azıcık yoruyor, 3 günde arabayı sadece Hidayete giderken kullandık, kalanında hep yürüdük.
Kaputaş
Sabah erken kahvaltı sonrası yola çıktık. Yine yolda karar veririz diyerek. AMMA şunu söylemezsem olmaz, o bölgede yollarda cepten internet yok denecek kadar az, ona güvenip yola çıkmak doğru olmaz, biz rotamızı bile zor yapabildik. Kaş'tan çıkınca 20-25 dk sonra Kaputaş Plajının muhteşem rengini görüyorsunuz ve durmadan, o sarı kumlara basmadan geçemeyeceğinizi hissediyorsunuz.
Buraya erken saatte gelmek önemli çünkü yol üzerinde araba park edecek yerler sınırlı, geç kalınırsa yol boyunca yürümek zorundasınız -ki zaten o merdivenleri inerken yeterince güneşe mazur kalınıyor.
Merdivenlerin tepesinden manzara muh-te-şem. Bizim şansımıza aşırı rüzgarlı bir hava vardı, ne denizin tadını çıkarabildik, ne de güneşin. Çünkü Deren kuma basamıyor. Parmağının ucuna kum değse çığlık-kıyamet... Dalgalardan korkup denize de sokamadık. 1-2 saat vakit geçirip yola devam ettik.
Aslında Patara'ya uğramak da aklımızdaydı ancak Deren'in Kaputaş'taki halinden sonra cesaret edemedik. Bildiğim kadarıyla Patara'da şemsiye-şezlong vs. de yoktu. O nedenle burayı mecburen es geçtik. Ama kumla oynamayı seven çocuklarınız varsa harika geçer.
Saklıkent
Biz de taşlara atalım kendimizi dedik ve Saklıkent'e gittik. Yine Yandexin azizliğine uğrayıp uzun köy yolundan gitmek zorunda kaldık.
Girişteki tesislerden birinde ücretsiz lastik ayakkabı giydik. Bu adım Saklıkent'in olmazsa olmazı. Ben 10 yaşında gelmiştim buraya ve akan suyu geçmenin ne kadar zor olduğunu hatırlıyordum. Hala soğukluğundan birşey kaybetmemiş :) Zor olan kısım burayı geçmek. Minicik bir sırt çantasına önemli eşyalarımızı koyduk, eşim kızı kucakladı ve karşılıklı bağladıkları halata tutunarak geçtik. Ama donduk. Ben kalçama kadar ıslandım, o kadar diyeyim.
Geçince biraz kendimizi toparlayıp doğanın tadını çıkardık. Ilık sularda Deren çok eğlendi, hafif çamurumsu yerlerde tiksinti geldi ama dönüş yolunda ona da alışmıştı.
Dönerken yine nefesimizi tutarak, aynı şekilde karşıya geçtik. Biraz kayalıklarda oturup kendimize geldikten sonra ayakkabıları aldığımız dere kenarındaki tesiste yayıldık. Burası tam bir cennet. Mis.
Ölüdeniz
Saklıkent'ten çıkarken hava neredeyse kararmak üzereydi. Fethiye'de kalırız diyorduk ama buranın pek turistik bir yer olmadığını gidince anladık. Ölüdeniz'de bir otel ayarlayıp oraya gittik.
Gecesinde biraz gezelim dedik ve Ölüdeniz eğlence hayatı tam 90'lar... İngiliz ve Almanlar çoğunlukta, eğlence hayatı da onlara göre şekillenmiş, bizim çok garibimize gitti :)
Gündüz ise anlatmaya gerek yok, mis gibi deniz ve plaj. Burada Deren kuma alıştı, çünkü su o kadar sığ ki o bileklerine gelen suda oynamaya bayıldı. Onun şerefine tüm gün o plajda kaldık :)
Burada 3 gece kaldık, deniz keyfinden sonra yola çıktık.
Akyaka
Son 1-2 yılın yeni gözdesi Akyaka :) Ben Aydın'lıyım, bizim kuzenler yazın neredeyse her haftasonu buradalar. 2 saat sürüyor Aydın'dan, ne büyük bir nimet değil mi?
İlk önce meşhur Azmak'ı gördük, dere kıyısında yemek yiyip, otel aramaya başladık. Şansımıza tam merkezde bir yer denk geldi ve odamızın bahçeye açılan kapısı vardı. Blok ve site hayatının aslında ne kadar yorucu olduğunu bu otelde anladım. 3 adımda sokağa çıkıp, 50 metre çapında aradığım her şeyi bulabilmek çok büyük bir lüksmüş meğer.
Akyaka'nın uzunca bir halk plajı var ama aşırı kalabalık oluyor. Deniz ise klasik Ege stili, sığ ve kum. Sahilden bakınca denizin üstünde yürüyen insanlar görebilirsiniz, git git derinleşmeyen bir suyu var.
Biz ikinci gün yaklaşık 20 dk. uzaklıktaki bir koya gitmeyi tercih ettik. Ağaçların altında piknik masalarının olduğu çok rahat bir tesismiş. İsmini bulursam yazarım buraya.
Akyaka gerçekten çok huzurlu bir yer. Tatilin başında fazla hareketli olduğumuz için burada yorulduk sanırım, daha sakin geçirdik 3 günü.
Genel olarak Deren için yiyecek bir şeyler hep bulabildik, evdeki düzene tabi ki uyulmuyor ancak biraz rahat olmak lazım. Yedi-yemedi, uykusu 1-2 saat gecikti diye dert edinmek tatili zehir eder. Çünkü zaten çevreden çok fazla uyaran alan bir ortamda, üstüne biz de gerilirsek iyice sarpa sarabilirdi.
Çok uzun bir yazı olmuş, farketmedim. Bilgisayardaki fotoğrafları da seçip en kısa sürede yazıya ekleyeceğim, daha anlaşılır oluyor.