14 Haziran 2015 Pazar

İğneada Limanköy haftasonu gezisi

6 Haziran, evlenme yıldönümümüz... 

Biz öyle mum ışığında yemek yiyelim, kafamızdan gül yaprakları yağdıralım olaylarını pek sevmiyoruz. Bizim sevdiğimiz şey, kendimizi iyi hissetmek, gezmek, gülmek, eğlenmek...

Eşim cuma günü whatsapp'tan 'valizi hazırla www.meseliev.com'a gidiyoruz' diye bir mesaj gönderdi ve hazırlanmaya başladık. 

Kıyıköy ve İğneada'yı daha önce duymuştum ve görmeyi istediğim yerlerdendi. Biraz araştırınca çoğu kişinin sahili ve denizi için tercih ettiğini öğrendim. Ancak bu seneki hava durumunun deniz sezonuna elverişli olmaması nedeniyle o olayı eledik, zaten 2 yaşındaki kızımızla deniz pek keyif verici olmayacaktı :) Başka neler yapılabilir kısmını araştırdık. Bu yazımda da deniz hariç gezilecek yerlerden bahsedeceğim.

Cumartesi sabah 9:30 civarı yola çıktık (Bahçeşehir, Ispartakule'den). Daha kestirme olur düşüncesi ile TEM Çerkezköy ayrımından çıkıp Saray-Vize şeklinde devam edelim dedik. Ancak Saray'da ana yol çalışması ve sanırım bir çevre yolu inşaatı yüzünden Yandex bizi olmayan bir yola sokmak istedi ve mecburen bir köy yoluna girdik. Orada biraz vakit kaybettikten sonra Vize yoluna çıktık ve Poyralı'dan Demirköy ayrımına dönerek İğneada yoluna girmiş olduk. 


Her ne kadar kısa gibi görünse de Çerkezköy'den sonra tek gidiş-gelişli ve çok rahat olmayan bir yol Poyralı'ya kadar yaklaşık 60 km devam ediyor. Poyralı'dan sonra Istranca Dağları'nı yavaş yavaş tırmanmaya başlıyorsunuz, yol gayet düzgün ancak dağ yamacı olduğu için virajlı. Bir tarafta inanılmaz yeşil ve dev gibi ağaçlar, diğer tarafta ovaların, çayırların manzarası çok keyifli. 

Demirköy'e vardığımızda tırmandığımız dağın bir bölümünü inmiştik. Gitmeden ismini duyduğumuz Demirköy Dökümhanesi'nin tabelasını gördük (4 km), gelmişken görelim diye girdik. Kazıları devam ettiği için içerisi gezilmiyor, Ama bir bekçi ve 2 köpeğinden başka kimse yok. Hatta bekçiyi orada unutmuş bile olabilirler. Açıklamasında Fatih zamanındaki topların burada döküldüğü yazıyordu, tarihi epey eski yani ama görülecek bir şey henüz yok.




Merkezi geçtikten yaklaşık 5 km sonra sağda Taş Mekan adlı bir kır lokantasında durduk. Amacımız biraz soluklanıp çay içmek hem de manzarayı seyretmekti. Çok güzel bir bahçesi var, orayı gezerken yemek yiyenlerin epey kalabalık olduğunu farkettik ve biz de yemeğe oturduk. Kuyu tandır ve manda yoğurdu meşhurmuş. Bu mevsim oğlak dönemi dediler, çok lezzetli, lokum gibi hiç kokmayan bir et yedik. O kadar lezzetli pişmiş ki kızımız bile etteki yağları ayırmadan yiyebildi. Kışın da kuzu tandır yapıyorlarmış. Hem yemekte hem de bahçesinde epey vakit geçirdik. Bahçede kedi, köpek bol, çocuklular için ideal.

Taş Mekan

Yemekten sonraki hedefimiz İğneada, Limanköy ve otele ulaşmak oldu. 


Böyle bir yoldan yaklaşık 20 km sonra İğneada'ya vardık. Zaten tek olan yoldan geçerek sahile kadar indik. Sağ taraf merkeze giderken biz sola dönüp otelimizin olduğu Limanköy'e saptık. 

İğneada'da neredeyse bütün evlerin penceresinde 'pansiyon bulunur' yazısı var. Özellikle yazın çok ilgi görünce halkın ek geçim kaynağı olmuş sanırım. İnternetten de araştırınca lüks sayılabilecek tek oteli var, İğneada Resort sanırım ismi. Merkezde, hemen sahilin dibinde dev gibi duran ama 5-6 katlı bir otel. Dışarıdan pek de 5 yıldızlı gibi durmasa da fiyatları epey yüksekmiş...

Biz Limanköy'de (İğneada'ya 5 dk. mesafede) Meşeliev adında sevimli bir butik otelde kaldık. 4 odalı, kendi evleri otelin tam karşısında olan karı-kocanın işlettiği bir yer. Geniş bahçesi, kamelyası, temiz odaları, güler yüzlü, samimi işletmecileri var. Biz pazar günü genel seçimin olduğu haftasonunu seçtiğimiz için otelde sadece biz konakladık. Aslında 3-4 aile anlaşıp da haftasonu kalınacak bir yer. Sapanca'da, Abant'ta ev 1-2 gün için ev kiralayan gruplar var ya tam o tip konaklamaya uygun bir yer işte. 

Meşeliev Butik Otel

Longoz Ormanı
Otele eşyalarımızı bırakıp Longoz Ormanları neymiş bir görelim artık dedik ve en yakını olan Mert Gölü'ne gittik. 

Yandex haritasına göre gidince, İğneada'nın içinden geçen bir yol göl kenarına kadar gidiyor. Ancak gölün etrafı sazlık olunca pek bir şey göremiyorsunuz. Aslında orman gölün diğer tarafında. Oraya da İğneada'dan çıkıp Demirköy'e doğru 3 km kadar ilerleyince, solda 'Milli Park' tabelasından girilerek ulaşılıyor. 


Doğa muhteşem, Longoz Ormanı ayrı bir doğa harikası ancak ne doğru düzgün tanıtım var ne de kendi imkanlarıyla gidecek olanlar için doğru yönlendirme, tabela, açıklama vs... Biz merkezdeki benzin istasyonuna sorup öğrendik. Ana yoldan girişte de minicik bir ok işareti ve iki tane bilgilendirme yazısı asılı, bunları yolda ilerlerken farketmez çok güç!

Milli Park'ın içine girince hemen sağ tarafta kamp alanı var, ilk göl olan Mert Gölü buradan 3 km kadar içeride. 



Hiç bu kadar sık ağaçlı, balta girmemiş bir orman görmemiştim. Gittiğimiz saat 18:00 civarıydı ve hava bulutlu olduğu için daracık yolda ilerlerken bile ürperdim. Koca ormanda tek başımıza gidiyor gibiydik, hiç kimseyi görmedik. Yolun sonu gölün sazlık tarafına çıkıyor ve yol, bozuk toprak yola dönüşüp az ileride gölle karışıp sular yükseliyor. Sanırım yazın sular çekilince bu yoldan sahile kadar gidilebiliniyormuş. Yolun bitiminde sağda bir çardak ve göl hakkında kısa bir yazı var. Aracı buraya bırakıp çardağın yanında, yürüyüş yolu gibi duran açıklıktan ormanın içine girdik. 

Sakin haftasonuna denk gelmemiz orman gezisi için şanssızlıktı, çünkü hiç kimsenin olmadığı, gerçek anlamda balta girmemiş ormanda 2 kişi ve bir çocuk (2) biraz tırsarak ilerledik. Otel işletmecilerinin söylediğine göre ormanın içlerinde birçok nehir akıyormuş ve biriken sular ağaç köklerini şekillendirmiş, onları görmenizi tavsiye ederiz dediler. Ancak ben 'korktum'. Her ne kadar hava aydınlık olsa da ağaçlar o kadar sık ki, incecik yoldan ilerledikçe gökyüzü görünmez oldu, ışık azaldı, etraftan gelen kuş, börtü böcek sesleri arttı. Keşke daha organize bir şekilde gitseydik de yanımızda bir rehber ve grupla dolaşsaydık. Kızımız da olunca gruba uyum sağlamakta zorlanacağımız için hiç o alternatif aklımıza gelmemişti, ancak orman içindeki gezi için gerekliymiş.



Mert Gölü'nün sazlıkları, İğneada'ya doğru

Kısa yürüyüşten sonra arabaya dönüp ormanın diğer tarafını turladık. Orman içindeki yer-yön işaretleri çok çok yetersiz. Bazıları ağaç tabela üzerine yazılmış ve tabiki zamanla silindiği için okunamıyor. Orman içinde ilerledikçe yön duygumuz şaştı, bırakın interneti telefon dahi çekmediği için nerede olduğumuzu algılayamadık. Bir sonraki Hamam Gölü'nü de gördükten sonra üzülerek geri döndük.

Mis gibi temiz hava ve yürüyüş bizi acıktırdı. İğneada merkezdeki meşhur Dodrodosli Rumeli Köftecisi'nde köftelerimizi yeyip, meydanın karşısından dondurmalarımızı aldık ve otelin yolunu tuttuk. Malum çocuk var ve onun da bir 'uyku saati geçince başına vurma' huysuzluğu var :)

Limanköy
Ertesi gün otelden, standart bir kahvaltı sonrası ayrıldık. Ama ayrılık kısmı biraz uzun sürdü çünkü o sırada yoldan inek sürüsü geçti ve bizim kız yolduğu otlarla peşlerine takılıp onları beslemeye kalktı. Derken köpekler geldi bir posta da onların peşine gitti. Sonra yolda 7-8 tane renk renk yavru köpekleri gördü, hepsini tek tek mıncırdı, bıraksak pazar gününü orada geçirebilirdik.

Yine tavsiye üzerine Limanköy köy meydanındaki kahveye girdik, burası tarihi kitapevinin hemen karşısında. Fırında türk kahvesi yapıyorlar, lezzetini çok beğendim -ki ben türk kahvesi pek sevmem- ayrıca sunumu da gayet etkiledi :)



Beğendik Köyü
Dönüş yoluna geçmeden, Bulgaristan sınır köyü Beğendik'i görün dediler. Sahili, denizi güzelmiş ama onlar bizi çok ilgilendirmese de buraya kadar gelmişken görelim dedik. Yaklaşık 15 km mesafede ıssız bir köy. Sahile giden yol belli bir yerden sonra Jandarma tarafından kesilmiş, diğer taraf Bulgaristan. Sınırdaki Rezovo köyü görünüyor, seslensen duyarlar yani o derece yakın.

Jandarmaya rica edin, içeri alırlar, sınırı ayıran nehre kadar gidebilirsiniz dediler bize ancak asker abiler bırakın sınıra gitmeyi arabadan inmek yasak diye bizi, kapıyı bile açamadan geri gönderdiler.


Beğendik (karşıda görünen evler Bulgaristan köyü)

Beğendik sahili, İstanbullular için Şile sahili kıvamında, geniş, uzun, kum ve dalgalı. Çok bakımsız ve salaş bir işletme vardı, belki yaz aylarında toparlanıyordur.

Dönüş yolu-1

Dupnisa Mağarası
Dönüş yolundaki bir sonraki hedef Dupnisa Mağarası. Yandex ve Ios haritaları bu mağaradan habersiz! Biz gelirken görmek istedik, Demirköy girişinde tabelasını görüp saptık, ancak 10 km kadar gittikten sonra bile hiç bir işareti çıkmayınca 'acaba yanlış yolda mıyız' diye tedirgin olup geri dönmüştük. Meğer doğru yolmuş, dönerken birkaç yere sorup teyit ettirdik. Anayoldan girince telefon ve 3G çekmiyor, dolayısıyla neredeyiz, kaç km kaldı vs. bilinmiyor ve yol boyunca HİÇ tabela yok. Balaban ve Sarpdere köylerini geçiyoruz, Sarpdere'yi geçer geçmez -neyse ki- sola doğru tabelası çıkıyor ve 5-6 km ileride yol bitip, mağaraya varıyoruz. Demirköy'deki ayrımdan burası yaklaşık 30 km ama yol virajlı ve 1,5 araçlık genişlikte, köy yolu.


Yolda hiç araç görmeyince yine 'tek başımıza mağara gezeceğiz' diye düşünürken, yol bitimindeki kocaman otopark alanının dolmuş olmasına çok şaşırdık. Zar zor buldurup geldiğimiz yer meğerse insan kaynıyormuş. Burası 2003 yılında devletçe keşfedilip düzenlemesi yapılarak ziyarete açılmış. Edindiğimiz bilgiye göre mağaranın iki bölümü var 'kuru ve sulu'. Ziyaret edilen giriş kısmı sulu bölüm yaklaşık 1 km imiş. Ancak o kadar uzun yürümeden merdivenlerle kuru bölüme çıkılıyor. İçerisi inanılmaz güzel. Yakın zamanda düzenlendiği için ışıklandırma, yürüyüş platformları çok düzgün.



Her köşede ayrı bir ayrıntı var. İçerisi kuru bölüm olmasına rağmen nemli ve yerler ıslak. Bazı yerlerde eğilerek, bükülerek geçmek gerekiyor. Epey merdiven çıktıktan sonra mağara, dağın diğer tarafına açılıyor. Burada biraz soluklanıp oksijen çarpması yaşadıktan sonra tekrar mağaraya girip geri dönüyoruz. İçerisi biraz serin ve nemli, -ne kadar olduğunu bilmesek de- yüksek bir dağda tırmandığımız için basınç hissediliyor.











































Burası aslında birçok türdeki binlerce yarasanın yuvası :) Bu nedenle kışın ziyarete açık değilmiş, yarasaların kış uykusunda rahatsız olup zarar görmemeleri için...

Not: Mağara girişinde giriş ücreti olarak kişibaşı 5 TL verdik. Ancak mağaraya girmeden, derenin kenarında mangal yakıp piknik yapmak da serbest sanırım :) Dumanaltı olmuş bir alan vardı. Aslında o kadar korumasız ve ormanın için olan bölgede ateş yakılması çok sakıncalı. Mağara girişine kadar uzanan bir iskele yapılıyordu, otopark alanı ve giriş kısmı da tadilat içindeydi. Yakın zamanda tamamlanıp daha düzgün işletileceğini düşünüyorum.

Çünkü mağara görülmeye ve o kadar sapa yol çekilmeye değer!

Seçim günü olmasına rağmen burasının kalabalıklığı bizi şaşırttı. Yaşlısı bebeklisi hiç üşenmeyip onca merdiveni çıktı indi. Küçük yaştaki yürüyen çocuklar için biraz tehlikeli bir yer. Bizim kızımız da azıcık başına buyruktur o nedenle böyle gezilere çıkarken kangurusunu (Boba) mutlaka yanımıza alırız. Hem ormandaki yürüyüşte hem de mağarada çok pratik oldu. Alışkın olduğu için uykusu bile gelse orada rahatlıkla uyur. Mağaranın ışıkları, sarkıtlar, ıslaklık çok ilgisini çekti, ben bile dokunmaya çekinirken o duvarları elledi mesela. Hiç sorunsuz, gıkını bile çıkarmadan çıkıp indik.

Buradan saat 14 civarı ayrılıyoruz, yolumuz uzun ve 17'ye kadar mahallemize varıp oyumuzu kullanmamız gerek :)

Yine aldığımız tarife göre, geldiğimiz yolu Demirköy'e kadar geri dönmeyip Balaban Köyü'nden ana yola bağlanmak istedik. Diğer yola göre biraz daha bozuk olmasına rağmen katlanılabilir.


Geldiğimiz yolu kullanmayıp Lüleburgaz'dan TEM'e bağlanmaya karar verdik. Poyralı'dan sonra Pınarhisar tarafına sapıp yeşil İstanbul tabelalarını takip ettik. Google'ın yolu 3 saat hesaplaması yaklaşık doğru çıktı, 16:30 civarı oyumuzu kullanacağımız okulda idik. Vatandaşlık görevimizi de yapıp haftasonunu bitirdik.